12 Ekim 2016 Çarşamba

Beydağları’ndan Akdeniz’e


Kenan, Atik, Selahattin, Nevzat ve ben. Antalyaspor tribünlerinde tanıştık. Zamanla sıkı dostlar, iyi arkadaşlar olduk. Ortak noktamızın sadece Antalyaspor olduğunu zannederdik. Birbirimizi daha iyi tanıdıkça diğer bir ortak noktamızın da doğayı, doğa sporlarını sevmemiz olduğunu fark ettik. Bu yönde gerçekleşen sohbetler haliyle Likya Yolu üzerine yoğunlaşmaya başladı. Sonunda bizde Likya Yolu’nu yürümeye karar verdik. Antalya’nın kavurucu yaz sıcakları yerini serin havalara bırakınca etap etap parkurları geçmek için harekete geçtik. Birlikte yürüdüğümüz ilk etap ise Hisarçandır-Göynük Kanyonu parkuru oldu. Bu parkur yürüyüşe Antalya’dan başlayanlar için ilk, Fethiye’den başlayanlar ise son parkur olma özelliği ile öne çıkıyor. Ayrıca yaklaşık 1500 metre rakımdan deniz seviyesine inilen keyifli ama bir o kadar da zor bir parkur.


Tüm planları yaptıktan sonra faaliyetimizi gerçekleştireceğimiz günün sabahında buluştuk. Nevzat, büyük bir fedakarlık göstererek aracıyla Kenan’ı, Selahattin’i, beni ve Atik’i evlerimize en yakın noktadan alıp, Hisarçandır’a giden minibüs durağına götürdü. Yaklaşık 45 dakika süren bir yolculuğun ardından etabın başlangıç noktasında, Hisarçandır Camii önündeydik. Başlangıç noktasında çektiğimiz hatıra fotoğraflarının ardından yola koyulduk. Köyün içinden dağa, ormanlık alana doğru ilerleyen yol kısa süre sonra asfalttan stabilize yola dönüştü. Meyve ağaçları ve yayla evleriyle çevrili yol, yükseldikçe yerini çam ormanlarına bıraktı. Hem rakımın etkisi hem de sabah saatleri olması itibariyle oldukça serin bir hava vardı. Antalya’nın sıcak ve nemli coğrafyasından serin ve ormanlık alanda olmak gerçekten keyif vericiydi.

Stabilize yolda ilerledikçe ve yükseklere doğru yol aldıkça manzara da kendini göstermeye başladı. Çevremizde adını bile bilmediğimiz dağlar, vadinin ardında görünen Antalya, kuş sesleri ve göz alabildiğine uzanan çam ormanları. İşte böyle bir ortamda kahvaltı için mola verdik. Doğada olmanın insan ruhu üzerindeki pozitif etkisini en uç noktada yaşıyorduk. Kahvaltı sorası yeniden yola koyulduk. Yükseldikçe çam ormanları yerini sedir ve ardıç ağaçlarına bırakmaya başladı. Ayrıca kurumuş da olsa çok sayıda su kaynağına rastlıyorduk. Yağmur ve kar yağışının başlamasıyla birlikte bu kaynakların yeniden canlanmasını umut ederek ilerleyişimizi sürdürdük. Çok fazla ilerlemeden yine kurumuş bir su kaynağına ulaştık. Çınar ağaçlarının çevrelediği kaynakta biraz doğayı gözlemledik. Yaşı oldukça ilerlemiş çınar ağacının gölgesinde hatıra fotoğrafları çekindik.

Yürüyüşümüz sürdükçe yorgunluğun etkisiyle olmalı çay ve kahve içme isteğimiz tavan yaptı. Normalde termosumda sıcak su bulundururum. Sabah çok erken saatlerde yola çıkmamız nedeniyle sıcak su temin edemedim. Bunu dile getirirken TV. vericilerinin alt kısmındaki mahalleye ulaştık. Bir evin kapısında yaşlı bir amca göründü. Bu esnada çay içme arzusu tavan yapan Atik, “Dayı burada kahve nerede. Nerede çay içebiliriz?” diye sordu. Dayı da “Kahve burası, burası” diye cevap verince hiç düşünmeden evin avlusunda yerimizi aldık. Dayı çay demlemek için eve girdi. Biz ise halkımızın ne kadar yardımsever olduğunu konuşmaya başladık. Dayı kısa süre sonra demlediği çay ile geldi. Çaylarımızı yudumlarken, bizden başka yürüyüşçünün geçip geçmediğini ve normal günlerde kaç yürüyüşçünün geçtiğini sorduk. Dayı, “Bugün sizden başka geçen olmadı, ama günde 4-5 müşteri gelir” diye cevap verdiğinde anlamsızca Kenan ile birbirimize baktık. “Müşteri!!!”. “Müşteri” cevabına anlam veremedik.

Çaylarımızı içtikten sonra hareket için hazırlanmaya başladık. Mütevazi tavırlarıyla öne çıkan Kenan, yanıma gelerek, bozuk para istedi. Kendisinin de eklediği bozuk paraları, utana sıkıla dayıya uzattı. Dayı ne Kenan’ın yüzüne baktı, ne de parayı aldı. Sadece sordu, “Kaç para var orada?”. Parayı sayan Kenan, “13” diye cevap verdi. O esnada ben halkımızın ne kadar yardımsever olduğundan dem vuruyordum, Nevzat hala bu dağlarda ayı olup olmadığı yönünde sorular soruyordu, Atik ise bu dünyadan göçüp gittikten sonra, öbür taraftan dayıya şefaat okuyacağını söylüyordu, Selahattin ise hamiyetsever halkımızın yolda bize ceviz verdiğini, başka birinin yumurta vermek istediğini, dayının da çay demlediğini  belirterek, “Yurdum insanı bir tane” demişti ki dayı, “Biz çayı 20’ye kaynatıyoz” dedi. Farklı duygular içinde ve kahkahalar arasında 20 lirayı ödedik. Sonrada konu üzerinde değerlendirmeler yaparak, yolumuza devam ettik. Uzunca bir süre gündem 8 bardak çaya verilen 20 lira idi. Hala hatırlar, hatırlar güleriz.

Orman içerisinde uzunca bir süre yol aldıktan sonra yine kurumuş bir su kaynağına rastladık. Kaynağın önünde hayvanların su içmesi için oyulmuş bir ağaç duruyordu. Devrilmiş bu oyulu ağacın önünde kısa süre mola verdik. Bu kısa molanın ardından yeniden yola koyulduk. Tahminen 10 kilometreye yakın yol yürümüştük. Uzunca bir süre patikada yaptığımız iniş, kayalık ve patikadan oluşan yolda yerini çıkışa bırakmıştı. Dayısı Geçidi’ne ne zaman ulaşacağımızı konuşurken, kendimizi bir anda geçitte bulduk. Geçidin ardı 360 dereceye yakın ormanlara, derin vadilere, ardı ardına yükselen tepelere bakarken, geçidin önü bir yanda Göynük, bir yanda Antalya’ya bakıyordu. Uçsuz bucaksız yeşilliğin ardında Akdeniz’in engin mavilikleri bizi selamlıyordu. Yan yana açmış çiğdemler, kokusuyla baş döndüren adaçayları sanki bize “Hoş geldiniz” diyordu. Eğer Antalya manzarası doyasıya yaşanacaksa en uygun nokta burasıydı. Bizde öyle yaptık. Bu vahşi ve bir o kadar büyüleyici manzaranın tadını çıkarmaya karar verdik. Öyle de yaptık.

Uzunca bir süre manzarayı izleyip, yaşadığımız coğrafyanın özelliği üzerine sohbet ettik. Her yıl neden milyonlarca turistin Antalya’ya geldiğinin sebebini idrak edip, adamlara hak verdik. Molanın ardından yeniden yola koyulduk. Uzunca bir süre devam eden iniş, yorgunluk yerini yavaşça sinir bozukluğuna bırakmaya başladı. Neredeyse her adımda hatıra fotoğrafı çektirecek durumdayken artık bir an önce yolun bitmesini istiyorduk ama önümüzde neredeyse 6-7 kilometre yol vardı. İşin sinir bozan yanı ise zik zak çizilerek saatlerce yürünen yolun sonunda aslında çok da ilerlenmemiş olmasıydı. Ha bire yürüyorduk ama kuş uçumu kat ettiğimiz mesafe sadece ve sadece birkaç yüz metreydi. Böyle bir ortamda yanmış bir ormanlık alana ulaştık. Antalya’yı kuşbakışı gören bu noktanın öğle yemeği için ideal olduğuna karar verdik. Öğle yemeğimizi yerken Nevzat, bu ormanlarda ayı olup olmadığını yeniden gündeme getirdi. Yolun geriye kalan bölümünde defalarca gündeme getirmeye de devam etti.

Yemeğin ardından yeniden yola koyulduk. Yanmış ormanda yolumuzu kaybettik. Teknoloji sayesinde, iz takibi yaparak yeniden yolumuzu bulduk. Kayaların üzerindeki çizgiler ve üst üste yığılı taşların olduğu babalar bizi yeniden Likya Yolu’na çıkarmıştı. 1500-1600 metre rakımdan tahminen 600-700 metre rakıma inmiştik. Yorgunluk iyiden iyiye bastırmış, halüsinasyon yerini iddialı sözlere, diz ağrısı ise inlemelere bırakmıştı. Böyle bir ortamda Selahattin kaç kilometre yolumuzun kaldığını sordu. 5-6 cevabını alınca da çıldırdı. Sitemli sözlerle bir saat önce sorduğunda da aynı cevabı aldığını söyledi. GPS’in yalancısı olarak, ne diyeceğimi bilemedim. Kanyona ilerledikçe yolda artık fotoğraf çekinmez, keyifli sohbetler yapmaz, şakalaşmaz olduk. Böyle bir ruh halinde Selahattin iddialı bir cümle kurarak, bir daha yürümeyeceğini ifade etti. Atik ise sadece araçla gidilen noktalarda kampa katılabileceğini söyledi. Nevzat ise mesafenin az olması halinde keyifli bir günün bizi beklediğini ifade etti. Koca gruptan geriye Kenan ile ben kaldım.

Yorgunluktan oldukça artmıştı. İsmi bizde saklı bir arkadaşımız ama isminin baş harfi ‘S’ halüsinasyon görerek, kayaların üzerimize geldiğini söyledi. Ben yorgunluktan hiçbir şey duymadım. Nevzat ise hala ormanda ayı olup olmadığını düşünüyordu. Epeyce yürüdükten sonra kanyonun olduğu bölge kendini göstermeye başladı. Derin bir vadinin içinde ilerliyorduk. Deliktaş diye adlandırılan dağın önünden geçtik. Ama yorgunluktan fotoğraf çekmek istemedik. İlk kez bir su kaynağı ile karşılaştık. Kurumaya yüz tutan kaynakların beslediği dere usulca akıyordu. Yorgun argın bir şekilde parkuru tamamladık. Kanyonun buz gibi sularına girdik. Bir müddet dinlendikten sonra Antalya’nın, evimizin yolunu tuttuk.






























































Güzel bir gündü. Keyifli anlarımız, uzunca yıllar konuşulacak anılarımız oldu. Bir de yol kısa olaydı, keyfimize diyecek yoktu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder